Kapalıyız

Bayram etkinlikleri dolayısıyla hazırlanmakta güçlük çektiğimiz vizeler sağolsun, kapalıyız. Kasım'ın ilk haftası dahil yokum. Hepinizin canı sağolsun. Gülümsemeniz dileğiyle. Fethiye'ye bol bol selamlarınızı götürüyorum!

15 Ekim

Yok la 15 ekim falan.

Hayatımı kısıtlamaya başladı. Ne kısıtlamaya başladı derseniz bilmiyorum. Ama ne zaman böyle hissetsem 'Yusuf Atılgan-Aylak Adam'ı okurum. Hatta size bir kıyak geçiyorum şu an. Sıcacık yatağımdan kalkıyorum, kahvemi bekletiyorum, arka fonda çalan Cranberries-Linger'ı durduruyorum; Aylak Adam'ın son sayfasını size yazıyorum:


'' Çevresindeki herkes ona düşmanca bakıyordu. Kuşatılmıştı. Artık otobüse yetişmesi olanaksızdı. Birden sol şakağındaki ağrı yeniden başladı. Yıllardır aradığını bulur bulmaz yitirmesine sebep olan bu saçma,  alaycı düzene boyun eğmiş gibi kendini koyverdi. Şimdi ona istediklerini yapabilirlerdi. Yanındaki polis kolunu sarsıp, ummadığı yumuşak bir sesle sordu:
   -Ne oldu? Anlat.
   -Otobüse yetişecektim...
Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti.Biliyordu; anlamazlardı. ''

İnsan bunca şeye karşıyken kendine de karşı olmadan nasıl sürdürebilir bir 'karşı' yaşamı?

Benimle yazın Kabak Koyu'nda kamp yapacak olan var mı? Nereden gelirseniz gelin yol paranız benden lan. Yeter ki kafa olun. Bira için. Aç kalmayı göze alın. Rahatsız uyumayı göze alın. Tüm öğünlerde balık olmasını göze alın. Yeter ki.

İşte mekan burası hafızlar. Buyurun derim ben.

Kabak Koyu-Fethiye

Ne kadar yeter ki dersek o kadar 'yetmez ki'ye yaklaşıyoruz.

Yeter ki beni sev...

Sizlere ' Chemise- She Can't Love You ' ile veda ediyorum. Gülümseyin.



14 Ekim


Hafta onu bir şey yapmıyorum ben ya. Tiyatro vardı işte. Ona gittim. Nefes alma yöntemleri falan.

Her yalanın bir sebebi vardır.

Ciddiyim haftasonu uyudum ya. Öküz gibi uyudum. Kitap okuma etkinliği vardı gitmedim. Müzik dinledim.

Size sağlam müzikler öneriyorum şimdi. Yatın arkaya doğru. Gözleri kapatın. Sevgiliden ayrılmış moduna girin. Ağlamaklı olun. İlk önce damardan giriyoruz. Ardından kafadan çıkıyoruz.

Ümit Besen - Okul Yolunda(80ler jenerik müziği)

Mavi Sakal - İki Yol

Mavi Sakal - Olmalı mı Olmamalı mı?

Barış Manço - Dönence

Pink Floyd - Hey You

Tamam yeter bu kadar.

Yarın 'Erdal Baggal' var laaan. (Röportaj)  herkes TRT1'e abansın akşam. Olaylar olaylar. Yeni joplara laf sokmalar sokmalar. İsmail Abi açtı ağzını yumdu gözünü. Ağzından çıkanlar duyduğunun tuttuğu bir.



Reklamlara 'dupstep' müzik yapmasınlar artık lan. Bir de Beyazıt Öztürk de reklamlarda oynamasın. 'Kuğvban bayğvamına özel kığedi cebine gelsin...'

İnsan çok sevince konuşamıyor.

13 Ekim


Yapacak bir şeyiniz olmuyor bazen. Düşünüyorum ben. Bir tavşan niyetiyle, deniz kıyısı gibi, martı kanadı gibi... Düşünüyorum. İnsana en uzak şeyleri düşünüyorum. İnsanları düşünüyorum. Kadınları düşünüyorum. Denizi düşünüyorum...

Kadınlar ve Deniz.

Deniz büyük bir evren gibi. Kadınlar içinde... Tüm kötülüklerin ve iyiliklerin kolektif yaşayabildiği yer gibi geliyor bana. Kadınlar ise o evrende su gibi, tuz gibi. Susuz tuzsuz deniz olmayacağı gibi. Evren de kadınsız olmaz. Belki olur.

Aşk yıldızlara laf atmak demek.

Sınıfçak çay içmeye gittik. Bugün sadece bunu yaptım. Hani 'abi kahvaltı da mı yapmadın?' derseniz evet yapmadım. Çaydan sonra da yürüdüm yatağıma. Yattım düşündüm. Bir tavşan niyetiyle, deniz kıyısı gibi, martı kanadı gibi... Düşünüyorum.

Burada da bir deli var. Acayip sevindim bunu farkedince. İbrahim Tatlıses hastası. Ufak kulübe gibi bir evi var. Evi diğer evlerin tepesinde. Yani çatıda evi. Sürekli bağırarak İbrahim Tatlıses şarkıları söylüyor. Oda arkadaşım Onur'un dediğine göre bağırmazsa oratlığa saydırıyormuş. Ufak bir radyosu var. Daha doğrusu Mp3 diyelim. Onunla geziyor. Mutlu oluyor.

Mp3, megafon, düdük...

Bu kadının sesine hastayım. Beni alıp götürüyor. Melankoli havasında olmasanız bile kafanıza duman basıyor. El Yazısı adlı film için 'Aşk Hiç Biter mi?' adlı şarkıyı yaptı. Kadını da filmden sonra keşfettim zaten. Yerli Cranberries solisti seni... '' Bu kadın varken 'Serdar Ortaç' neden dinlenir '' klişesine  girmeden kadını takdim ediyorum:

Jehan Barbur

12 Ekim

Gündüz gündüz Ümit Besen dinledim tribe girdim ya la? Hatta bak çok güzel bir şarkısı var hemen öneriyorum. Adamın sesten ziyade arka fondaki 'Gıuuuğ, çıt tas, guuıığ, tas çıt' efekti adamı tribe sokuyor.



Sınav tarihleri belli oldu. Hayırlısı be gülüm. Bayramdan sonra direkt yapılan sınavlarda hep tökezlemişimdir. Artık tempo şöyle olacak:
-İktisat! Hmpfsss, muhasebe! Hmpfsss, matematik! Hmpfsss!

FETHİYEYE SON 7 GÜN LAN!

Bugün okul çıkışı 'Arapça,Zazaca,Kürtçe' öğrenmeye karar verdim. Sonra vazgeçip mesleğim açısından Almanca'ya yöneldim. İngilizceyi de geliştirmek şart.

Size acayip bir haberim var. DURMUŞ KÖYÜNE GİTTİ.

Atos buraları beğenmiş. Sağolasın.

Ümit Besen dinledim ya tüm gün, çocukluk anılarım depreşti. Bilmiyorum hatırlar mısınız da benim aklıma ilk 'minderden ev yapmak' geldi. 'burası benimmiş meğer evimmiş benim' diyerek; yıkmadan girmeye çalışarak binbir hareketle girerdik onun içine. Saatlerce otururduk. Kristal kola vardı kapağı yıldızlı. Tadı kötüydü belki ama hoştu lan. Hiç unutmam bir ara 'Pepsi' içmek istedim. Anneme yalvar yakar bugünün parasıyla 2 lira gibi bir para aldım. (200 bin falandı herhalde) Mahallenin tontiş bakkalına koştum. Soluk soluğa 'kutulu kola alcam' dedim. Çocuk aklı para bulamaz mantığı ile getirdi Kristal kolayı. 'bu değil amca kutu olcak' dedim. 'Kaç paran var?' dedi. Elimde tutmaktan terlettiğim paraları masaya koydum. Gitti getirdi Pepsi'yi. Eve gider gitmez oturdum içmeye başladım. Bittiğinde kutusu elimde 10 dakika incelemişimdir. Kutunun köşesinde 'Daha Fazlasını İste' yazıyordu. Anneme gittim daha fazlasını istedim. Ayağındaki terliği çıkarması ile kaba etime seri bir şekilde 2-3 kere patlatması bir oldu. 'Ben sana ekmek parasını vermişim gidiyon bi kola daha istiyon. Çık git sokağa el çocuğu gibi oyna biraz!'

Bilmiyorum size hiç oldu mu ama ben akli dengesi yerinde olmayan bir insan gördüğümde içimden bir şeyler kopuyor. 'Şarapçı, deli(mahalle delileri), balıkçı, dolmuş ve taksi şoförü, sarhoş' ben bunlarla muhabbete doyamam. Kasıntı olmazlar. Sen anlatmak zorunda değilsin. Anlatırsan da çekinmeden anlatırsın. Fethiye sahilinde biramı bir şarapçıyla paylaşmayı özledim. Sürekli bira şişeyi toplayan bir amca vardı. Onunla muhabbeti özledim. Bir tane deli vardı. Fethiyenin maskotu. Bilenler bilir. 'Komiser Sedat'. O adam cidden adamdı işte. İstediği her şey olacak. Sürekli sallanır, kendini polis sanardı. Polis kıyafeti ile gezer, kaldırımdan arabalara talimat verir, boynundaki düdüğü öttürür, kulağındaki kulaklıktan sürekli müzik dinler ve bunları yaparken sallanırdı. İşte Komiser Sedat Mersin'e gelmiş. Kaybolmuş. Dün onu okuduğumda çok üzülmüştüm. Ayın 19una kadar yetmesi gereken 20 liranın 8 lirasına gittim iki bira aldım. Oturdum. Neşet Ertaş, ben ve Komiser Sedat karşılıklı muhabbet ettik.

İnsanlar mutlu olmayı bilmiyor. Mutlu olmak 'para' gerektiren bir şey değil. Bu 2+2'nin 4 ettiği kadar bariz bir şey. Komiser Sedat 'düdüğü' ile mutlu olurdu mesela. Bandırmada bir deli vardı. Elinde megafon var, sürekli bağırır. Onun da megafonunu kırmışlardı. Koca adam sokak ortasında hüngür hüngür ağlamıştı. Çevrenize dikkatli bakın. Kesinlikle bir düdük, megafon ve dahası vardır.

Uyuyamıyorum ben derken 02:50'de gözlerimi hayata yumdum.

Komiser Sedat...


Sigara içerdi, o ayrı...

11 Ekim

Hava soğuk ve sıcak arasında gidip geliyor. Hırka giyince sıcak, giymeyince soğuk. Sevgili olayı gibi biraz da. Sevgilin olmayınca hayat soğuk, olunca sıcak. Ama bazen fazla sıcak. Yani ceketi çıkartacak kadar sıcak. Bazen çok soğuk. Ceketsiz olmayacak kadar soğuk. Bir kıza gidip 'ceketim olur musun?' desem, sanırım delirmiş diyerek uzaklaşır. Belli şeyler vardır çünkü onlar için. Göz göze gelirsin. Bir kere, iki kere, üç, dört, beş, altı, yedi... Ben sürekli göz göze gelirdim ya. Gidip konuşmazdım. Üşümek bu hayattaki 'amaç'larım arasında biraz. 'Bu adam salak mı lan' demeyin. 'Evet la' derim. Siz de düşünmeye başlarsınız. Ceketsiz olma amacı. Böyle bir akım başlatmak istiyorum lan. Ama ben hiç karar veremedim tek başıma...

Ben hiç karar veremedim. Hep karar verenlerin arkasından baktım.

Bugün tuhaftı ya (ne biçim giriş amk bu. Tuhaf olmayan günün mü var senin. Göt!) öhm. Bugün tuhaftı ya. Sabah kahvaltımda tavuklu kabak, pilav, yoğurt, çorba vardı mesela.(giriş olmadı ya. bu yüzden burayı iptal ediyoruz)

Atos tangoya yeni bir kavalye bulduğunu ve kayıtların bitmiş olabileceğini anlattı bugün. Bir anlık 'he gelirim tangoya' dememin sağlıklı olmadığını düşünürken bu olay tangodan yırtmamda büyük etken oldu. Tamam  hoş tango güzeldir falan ama o 'evet' dediğim andan başka hiçbir şekilde isteyememiştim.

Sınıfa 2 tane eleman gelmiş. Birinin burnu çok havada duruyor. Diğerine ait bir kılıf bulamadım daha.

Çıkışta 'Ceren'in hadi ya çarşıya gidelim demesiyle daldık otobüslere. Pizza yedik. Pizza bana çok uçarı geliyor ya. Ne bileyim portakal soslu ördek gibi bir şey. Bazlamayla büyüdük lan biz. Arasına yağ, peynir koyardık. Yemek faslından sonra sahile yürüdük. Çay içmek için tekrar 'Havuç Kafe'yi oturduğumuzda arkeoloji okuyan Deniz'le karşılaştık. Abi bir insana ikinci kez karşılaştığı diğer insan bir anda itici gelebilir mi ya? 20 yaşındaki ergen. Ilım gösterdiğim kızla aramıza Titanik'in çarptığı buzdağı giriverdi bir anda. Yok sigarayı bıraktım deyip sinirli davranmaya çalışmalar. Feminal tavırlarla erkeklerde üstünlük göstermek... Çay faslı bitmesine yakın Şevin rahatsızlık, Ceren de teyzesine sigara almak bahanesi -veya nedeni- ile aramızdan ayrıldı. Büşra Burcu ve ben yürümeye devam ettik. Parktan geçerken ani bir şekilde çıktım kaydıraktan kaydım. Bunu abes karşıladılar ama onlar da yapmaya başladı. N'olacak yani kaysanız. Üstünüz batar en fazla. E batsın?

Saat 7'ye gelmek üzereyken, Büşra'nın 'ben korkuyorum ya krocan tipler çok fazla sahilde gidelim hadiiii' demesi şartellerimi attırdı. Ulan dolmuş buradan geçiyor bin git işte. 'bira içmem lazım benim' dedim. Burcu bir an döndü baktı. Büşra 'hadi benimle binin dolmuşa beni bırakın yurda aynı dolmuşla geri gelirsiniz haa?' dedi. Sinirli bir şekilde Ferhan  Şensoy- Pardon gülüşü yaptım.(http://www.youtube.com/watch?v=Md9D26E0dBk 4:00 ile 4:06 arası) 'benim illa ki bi bira içmem ŞART' dedim. Ardından 'tamam 8'e kadar dururum sizinle sonra gideriz' dedi.

'Sonra gittik künefe yedik amk'

Abi kız dediğin çıtkırıldım olmayacak lan. Hayır yani sahilde 150 kişinin arasında 'ben korkuyorum' nedir ya? Ağzına diz atacaksın o tiplerin. Kız dediğin sokak köftecisinden köfte yiyecek seninle, bir birayı dibine kadar paylaşacak, gerektiğinde bankta uyuyacaksınız, çimlere oturup yatacaksınız, maça gidip küfredeceksiniz, soğanlı soğanlı dürüm yiyeceksiniz, ceketim olur musun dediğimde gülümseyip bira uzatacak!

Tamam sakinim.

Akşam internete kavuşunca 'gelen kutusu'nu kontrol ettim. Sosyal psikoloji hocasının acayip zeki olduğuna karar verdim. Almanca biliyor. Hem de felaket. Yavuz Çetin dinliyor bir kere. Gönderdiği kent duyuruları tamamen 'sosyalist' platformun üzerine kurulmuş materyal düşünceleri içeriyor. Aziz Yıldırım- doğru mu samet? esprisini yaptı bugün herif. Alkolik bir kere.

Bugün 'ders' çalıştım lan. O derece sıkıcı bir gündü. Yarın dersimin erken bir vakitte olduğunu belirterek 00:33 itibari ile ayın 12'sinden çalarak huzurlarınızdan ayrılıyorum. Sizlere bu şarkıyla veda ediyorum.(ne kadar resmi oldu lan bu bitiriş cümlesi)

Sözlerine de bakın lan.
Yavuz Çetin- Yaşamak İstemem

10 Ekim


10 Ekim'in son saatleri. Yağmur başlamış. Beni uykumdan uyandıran şey ise Durmuş'un (öksürerek)'hay ebaanizin ammına goyyim' diyerek küfretmesiydi. Uyanır uyanmaz 'noldu la' dedim. 'İnternet gitti ya ne güzel film neyn izliyodum' diyerek cevap verdi. Elektrikler gitmişti oysa.

Bugün nedendir bilmem içimde bir 'iyilik' yapma isteği vardı. Atos 'tangoya gidiyorum, eşim yok. İstersen yarın bi bak gel' dedi. Olurdu olmazdı bilmem ki falan derken yarın tangoya kayıt yaptırmaya gideceğim.

Bugün ÜYG kapsamında bizi 'Cennet-Cehennem' ören yerine götürdüler. Cennet çukurunun adı 'cehennem' çukuru olmalıydı bence. 500 kadar merdivenden (200 kadarı çamurlu ve çok kaygan) aşağı iniyorsunuz. Düşmemeniz imkansız. Ben de nasibimi aldım tabi. Ardından 500 merdivenden tekrar yukarı çıkıyorsunuz. En kuytu köşesine inerken bir kilise var. Kilisenin içini görünce tarihe ve tarihin bize verdiği eserlere çok iyi(!) baktığımızı anlıyorsunuz. İçinde ateş yakmalar, duvarını karalamalar, adını yazmalar...Kafaya koyup sonuna kadar gittim. Dışarısı 30 dereceyse mağaranın içi rahat 10 derece var. Ağzınızdan duman falan çıkıyor. Bir bok yokmuş. Serinlediğimle kaldım.

Gezi bitince yurda döner dönmez duşa girdim. Ardından Şevin'in verecek olduğu 'perde pilavı'nı almak için aşağı indim. Yukarı çıkar çıkmaz temiz bir uyku!

Uyandıran Durmuş oldu.

Kafamı pencereden sarkıtıp yağmur tanesi olmayı diliyorum bazen. Ama koca kafalıyım. Hem de çok. Yağmuru izlerken yarım saat geçti. 'Yapacak bir şeyim yok kitap okuyayım' dedim, yeterli ışık yok. 'Blog'a girerim' dedim, elektrik yok. 'Günlüğünü bari yaz göt' dedim, yazıyorum. Az sonra da -ağznınız sulansın lan- perde pilavı, turşu, çay eşliğinde gece kahvaltısı yapacağım.

Şu an son vermem lazım. Saat 00.02

 Durmuş internet gidince uykuya koyuldu. Şu an hala uyuyor. Kıçının size selamı var.

Yalnız çok önemli bir şey demem lazım size:

''DURMUŞ'UN KIÇININ SELAMI VAR!''

9 Ekim

Neşet Ertaş-Haydar Haydar. İşte bu şarkıyı -şarkıdan da öte bir şey gerçi- dinleyince masamda rakı olmadığı için kendimden utanıyorum.

Bugün sabahın 8inde uyandım. Kahvaltı bana çok saçma geliyor. Direkt okula doğru yola koyuldum. Sokağa adımımı atar atmaz karşımdan 2 tane çevik kuvvet polisi geldi. 12 sene önceki halleri aynıydı. Ruhsuz, selam versen 'ben buraların ağasıyım bana selam veremezsin' diyecek tipleri...

Üniversiteye yaklaştıkça hayatıma 12 yıl önce sıçan başka bir şeyi daha gördüm. Adını hatırlayamadığım şu zırhlı, kocaman, dev tekerlekli çevik kuvvet zırhlıları. Anladığım kadarıyla bugün günüm oldukça bok geçecekti.

Hukuk dersinde ''gecekondu' yıkımları ve devlet' konusunu işledik. Hocanın bu konuda pek bildiği yoktu. 'Eğer evinizi yol geçecek alana yaptıysanız devlet her türlü orayı alır yıkar'

''KEŞKE DEVLET SADECE EVİMİ ALSAYDI BENDEN''

Lafa karıştım direkt. Konuştum, konuştum, konuştum... Beni susturan ise kalbimin sıkışmaya başlamasıydı. Herkes sanki avukat veya devlet adamıymışım gibi dönüp bana bakmıştı. Ben halk adamı olmayı yeğlerim.

Bundan sonra Cemal Süreya baba yarımdır.

Sabah gördüğüm 2 çevik kuvvetin üzerime yürümesi ve beni aniden 8 yaşıma döndürmesi, çevik kuvvet arabası, derste konuşulanlar, kalbim... Günümün tamamen bohem içinde geçmesine yetti de arttı bile. Ders çıkışında Burcu, Şevin ve Ceren tayfası takılalım okeye falan gidelim yaptılar. Bir şey demeden bastım gittim. 'Arkama bakmadan uzaklaştım'

Ne acayip terip lan bu. Arkama bakmadan uzaklaştım. Zorunlu bir uzaklaşma içinde değilsen zaten arkaya bakma ihtiyacı hissetmezsin. Benimki de laf işte. Bugün bunu Gizem -veya Gamze adını hatırlayamıyorum- adlı kızla tartışmıştık. Tabi ki çenemin düşüklüğü...

Ardından -adını tekrar hatırlayamıyorum ama ona Atos adını takmıştım- Atos'la derin bir muhabbete daldık. Benim açımdan derin bir muhabetti. Onu da dahil etmek için sürekli, kahvaltı niyetine aldığım, çubuk krakeri; ağzında sakız olmasına rağmen ona uzatarak şirin görünmeye çalışıyordum. Ne konuştuğumuzu hatırlayamıyorum. Hatta ne zaman konuştuğumuzu bile. Sanırım bunu hukuk dersinden önce yaşamıştım.

Bu siteyi ve yazıları; güvenebileceğim, kültür seviyesi belirli bir çıtanın üstünde olan birisiyle paylaşma ihtiyacı duyuyorum. Atos (aha hatırladım lan. Hazal'dı adı. Hatta salak gibi Haz mı al? demiştim) bu iş için bir adım önde görünüyordu. Çıkışta yanına gittim. Direkt(bunu sürekli yaparım. Odun bir adam olmak) 'kaaadın var mı ?' dedim. 'Ihgg.. Ne için ki?' dedi. 'ya kaat işte bişi yazcam' gibi bir şey dedim sanırım. Bisküvi kırıntılarının süslediği bir not defteri çıkardı. Kalemi yan mı tutmalıyım, kağıdı diklemesine mi çevirmeliyim derken yazıverdim işte, binbir korkuyla...

' merhababenzagor.blogspot.com '

[Atos sana güvendim. Okuduysan da okumadıysan da bu site burada kalsın. Bak 'At' sevdası buradan geliyor]

Başka insan başka şehir
Başka lisan başka nehir bilmem ben
Çünkü atlarım henüz dönmedi o geçmişten.

8 Ekim


8 Ekim 2012. Yağmur başlamak üzere.

Kapalı havaları hep sevdim. İnsanın ruhunu ağırlaştırıyor. Daha fazla bira, kitap, kalem, şiir, kahve ve düşünce giriyor hayatınıza. Bunlar bence güzel şeyler olduğu için benim ruhumu ağırlaştırıyor. Bedenle ruh karı-koca gibi. Ama sürekli kavgalı bir karı koca. Ruh ne kadar geliştirirse kendini bedenden çıkması o kadar rahat. Yani benim taşaklı sözlüğüme göre 'kafanız yanmak üzere olduğunda zafere yakınsınız'

Yağmur başladı. Oda arkadaşımın ayakkabısını içeri almam gerekiyor. Kendisi nerede? Islansın puştun ayakkabısı. Gezmeseymiş.

Üniversiteye başladığımda farketmiştim bunu. Hergün aşık olmam gerektiğini.

Dün, yani pazar, Burcu ile lahmacun yemek için çarşıya inmiştik. Pazar olduğu için bir kaç  yer kapalıydı. Hemen umudumuz tükendi. (benim üşengeçliğimin de etkisiyle) Balık ekmek yemeye karar verdik. (Her Balık ekmekten sonra dediğim gibi) 'la bi bira ne giderdi ha' dedim. Burcu 'ben hap içtim şimdi. İçmem ama sen içeceksen ben de bi soda alırım' dedi. Ben her durumda içeceğimi söyledim. Çarşıdan sahil boyu yürüdük. 'Dolphin' diye bir mekan var. Müzikleri sayesinde daldım içeriye. Yapılmış, jöleli saçları; kendine en az 2 beden küçük gelen V yaka tişörtüyle eleman yaklaştı. 20 yaşında ya vardı ya yoktu. Bir elinde ıslak bir toz bezi ile eğilerek 'buyur abi ne alırız' dedi. 'Ben bi fıçı ellilik alayım. Arkadaş da tuvaletten gelince karar verir' dedim. Ukala bir şekilde 'taam abi hem-men geldi' dedi. Sevemiyorum ukala, yalaka, çok konuşan garsonları. Burcu tuvaletten çıktı. Yılışık herif tekrar yaklaşarak 'siz bir şey alır mısınız?' dedi. Burcu bana baktı. Ben gözlerimi kaçırdım. Biranın içindeki kabarcıkları inceliyorken, Burcu 'bi otuzüşlük fıçı alabilir miyim?' dedi. Garson bu defa konuşmadan uzaklaştı.

Biraları bitirmeye yakın Burcu 'ya aç karnına içince benim kafam çok çabuk dönüyo salak salak gülüyorum off ' diyerek mızmızlanıyordu. 'Bi çay içeriz üstüne keser dönmeyi' dedim. Ardından birayı kafama kaldırıp hesap için kasaya yöneldim.  Yok ben öderim yok sen öde yok bir dahakine benden alırsın merasimleri eşliğinde hesap bana girdi.

Çay bahçesine geldiğimizde oturacak yer yoktu. Ben bahçenin içinde salak salak dolaşıp yer ararken bir kız 'burası boş, yani arkadaşımız gelecek sizden de gelecek birisi yoksa 5 kişi sığarız buyrun?' dedi.

Kız... Esmer, kısa saçlı, göz çukurları yıllardır uykusuz gibi siyahlaşmış, 173 boylarında, üzerinde bol bir yelek, bol bir tişört, ayağında bol bir pantolon, siyah çerçeveli gözlüklü, arkeoloji okuyan, benden 5 ay büyük bir 'Deniz'.

Oturduk. Burcu ile aramızda kitaptan konuşuyorken, Deniz usulca 'pardon' diyerek lafımıza karıştı. 'Çok özür dilerim kulak misafiri oluyorum ama, bir kitap topluluğumuz var daha doğrusu topluluk değil kitap dostluğumuz var. Her pazar saat 2'de Atatürk Parkında toplanıp çimlerde kitap okuyoruz. Katılmak ister misiniz?'

...

Neyse günümüze dönelim. Oda arkadaşım haftasonu gittiği köyünden hastalanarak geriye döndü. Biraz köşede kalmış bir yetiştirilmişliği var. Yani bana göre. Ona göre de ben belki çok köşedeydim. Köşe. Her cismin bir köşesi var bence. İşte Durmuşun köşesinden kalma bir adeti. Öksürürken ağız kapatmak istemiyor adam. Ciddi ciddi ağzı 50cm açık öksürüyor.

Hasta olmamam dileğiyle. Gülümseyin. Her şey kötüye gitse bile.

2 Ekim


2 Ekim 2012 Salı

-Kalbimle ilgili bir sıkıntım var. Nasıl bir sıkıntı... Yani... Hani böyle annenizi veya babanızı 15  sene görmezsiniz de bir gün ortaya çıkıverirler ya. İşte o an ki kalbin durumu gibi kalbim. Sürekli ellerim titriyor, sol omzum çıkacakmış gibi ağrıyor. Bunu yaklaşık 4 senedir dile getiriyorum ama 'üşütme' teşhisini teyzem, yengem, biricik annem koyuveriyor.

Bugün tekrar aşık oldum. Dün olduğum gibi. Yarın da olurum belki. Belli mi olur? Sonuçta mevsim sonbahar.

İnsana en yakınındaki kadar uzak olan bir şey oluyor bazen diğer insan.

Ellerim titriyor. Gözlerimde de sürekli bir karıncılanma var. Kolum ağrıyor. Uzun zamandır(2 gün) bira içmiyorum ondan olabilir.

Sürekli aynı noktaya bakmayı denediniz mi? Denediniz. Deneyiniz. Çevrenizde dostlarınız oluyor. Ama bir noktası bile olmayanlar var. Bir kişinin bir noktası olamayanlar. Bu hayatta en çok bir nokta olmak istemişimdir. Burada 'şairin de dediği gibi' demek isterdim. Milyon  tane şair var kesin birisi bir bok demiştir bu konuda ya. (diyerek kaybedenler kulübünün etkisinden çıkamadığımı gösteriyorum)

Cevap veremeyeceğim sorular genelde beynimi becermiş olanlardır.

Bugün hukuk dersindeyken yağmur yağdı. Herkes 'şemsiyemiz yok off ya' dedi. Ben 'oh oh  ne güzel ıslanıcaz la' dedim. Yanımda oturan kız (1.55 boylarında, kısa küt kesim saçları olan, Hataylı, genelde derslerde suskun olan bir kız) dönüp baktı. İlk defa kendi kendime konuşmuyordum bunu biliyordu. 'ıslancaz ya, ıslanmak?' dedi. Hala boy camdan dışarıyı seyrediyordum. 'İyi ya işte makyajlar silinecek, saçlar bozulacak, herkes kendisi olacak' dedim. Felsefe gözlüğünü takıp 'hmm insanlar yağmurdan kaçmalı mı kaçmamalı mı yani?' dedi. 'la bi sus la! Yağmuru dinle!' diyemedim tabi. 'hıhı öyle bir şey' dedim geçiştirdim. Aslında demek istediğim o kadar şey var ki yağmur hakkında.

İnsanlar neden makyaj yapar lan?

Dağlara çıkmak istiyorum. (Bunu siyasete çekmeyin ağzınıza diz atarım) Karadeniz Bölgesi. Sisli tarlalar. Günlük ihtiyacımı karşılayacak derecede para aldığım bir çay tarlasında çalışıyorum. Sigaraya başlamışım. Sarıp içiyorum. Kaldığım yer tek odalı, derme çatma bir  ev.

Sonra kalbim sıkışıyor ve ölüyorum.