8 Ekim


8 Ekim 2012. Yağmur başlamak üzere.

Kapalı havaları hep sevdim. İnsanın ruhunu ağırlaştırıyor. Daha fazla bira, kitap, kalem, şiir, kahve ve düşünce giriyor hayatınıza. Bunlar bence güzel şeyler olduğu için benim ruhumu ağırlaştırıyor. Bedenle ruh karı-koca gibi. Ama sürekli kavgalı bir karı koca. Ruh ne kadar geliştirirse kendini bedenden çıkması o kadar rahat. Yani benim taşaklı sözlüğüme göre 'kafanız yanmak üzere olduğunda zafere yakınsınız'

Yağmur başladı. Oda arkadaşımın ayakkabısını içeri almam gerekiyor. Kendisi nerede? Islansın puştun ayakkabısı. Gezmeseymiş.

Üniversiteye başladığımda farketmiştim bunu. Hergün aşık olmam gerektiğini.

Dün, yani pazar, Burcu ile lahmacun yemek için çarşıya inmiştik. Pazar olduğu için bir kaç  yer kapalıydı. Hemen umudumuz tükendi. (benim üşengeçliğimin de etkisiyle) Balık ekmek yemeye karar verdik. (Her Balık ekmekten sonra dediğim gibi) 'la bi bira ne giderdi ha' dedim. Burcu 'ben hap içtim şimdi. İçmem ama sen içeceksen ben de bi soda alırım' dedi. Ben her durumda içeceğimi söyledim. Çarşıdan sahil boyu yürüdük. 'Dolphin' diye bir mekan var. Müzikleri sayesinde daldım içeriye. Yapılmış, jöleli saçları; kendine en az 2 beden küçük gelen V yaka tişörtüyle eleman yaklaştı. 20 yaşında ya vardı ya yoktu. Bir elinde ıslak bir toz bezi ile eğilerek 'buyur abi ne alırız' dedi. 'Ben bi fıçı ellilik alayım. Arkadaş da tuvaletten gelince karar verir' dedim. Ukala bir şekilde 'taam abi hem-men geldi' dedi. Sevemiyorum ukala, yalaka, çok konuşan garsonları. Burcu tuvaletten çıktı. Yılışık herif tekrar yaklaşarak 'siz bir şey alır mısınız?' dedi. Burcu bana baktı. Ben gözlerimi kaçırdım. Biranın içindeki kabarcıkları inceliyorken, Burcu 'bi otuzüşlük fıçı alabilir miyim?' dedi. Garson bu defa konuşmadan uzaklaştı.

Biraları bitirmeye yakın Burcu 'ya aç karnına içince benim kafam çok çabuk dönüyo salak salak gülüyorum off ' diyerek mızmızlanıyordu. 'Bi çay içeriz üstüne keser dönmeyi' dedim. Ardından birayı kafama kaldırıp hesap için kasaya yöneldim.  Yok ben öderim yok sen öde yok bir dahakine benden alırsın merasimleri eşliğinde hesap bana girdi.

Çay bahçesine geldiğimizde oturacak yer yoktu. Ben bahçenin içinde salak salak dolaşıp yer ararken bir kız 'burası boş, yani arkadaşımız gelecek sizden de gelecek birisi yoksa 5 kişi sığarız buyrun?' dedi.

Kız... Esmer, kısa saçlı, göz çukurları yıllardır uykusuz gibi siyahlaşmış, 173 boylarında, üzerinde bol bir yelek, bol bir tişört, ayağında bol bir pantolon, siyah çerçeveli gözlüklü, arkeoloji okuyan, benden 5 ay büyük bir 'Deniz'.

Oturduk. Burcu ile aramızda kitaptan konuşuyorken, Deniz usulca 'pardon' diyerek lafımıza karıştı. 'Çok özür dilerim kulak misafiri oluyorum ama, bir kitap topluluğumuz var daha doğrusu topluluk değil kitap dostluğumuz var. Her pazar saat 2'de Atatürk Parkında toplanıp çimlerde kitap okuyoruz. Katılmak ister misiniz?'

...

Neyse günümüze dönelim. Oda arkadaşım haftasonu gittiği köyünden hastalanarak geriye döndü. Biraz köşede kalmış bir yetiştirilmişliği var. Yani bana göre. Ona göre de ben belki çok köşedeydim. Köşe. Her cismin bir köşesi var bence. İşte Durmuşun köşesinden kalma bir adeti. Öksürürken ağız kapatmak istemiyor adam. Ciddi ciddi ağzı 50cm açık öksürüyor.

Hasta olmamam dileğiyle. Gülümseyin. Her şey kötüye gitse bile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ulan illa aklında bir şey oluşmuştur. 'yazıya bak amk' desen bile yaz la.