Yayın bunu!

Bir insan; bir haftada, bir köşede, on paket sigara bitirebilir.
Bir insan; bir günde, iki şişe şarap bitirebilir.
Bir insan; bir gecede sarhoş olup, bir kişiden dayak yiyebilir.
Bir insan; bir gecede kaza yapıp, bir beyin kanaması geçirebilir.
Bir insan; bir insan bile değildir.
Bir insan; bir başına, yalnız, biçare kalabilir.

Her şeyim 'bir' fark edersen. Alkol ve sigaralar hariç. Sen yoksan ben bir hiçim. Yine alkollü gecelerde, kazalar eşliğinde bir başıma gelip çift görene kadar içerim.

Araba farlarına gözlerimi dikip, her baktığım kadını biraz sen görebilirim.
Sen gittin ya şimdi...
Hayatımda bir birlik oldu.
Görüşmemek üzere.

KÜT!




(Kurmacadır!)
-Bırak abi inadı. Unutmuştur seni. Hem bulacaksın da ne olacak? Saçma bir hareket yapacaksın, yine gidecek. Kaç kere başımıza geldi bu? Yapma abi hadi gidelim, lütfen ya.
Ne kadar da imreniyorum, bir kadın ile bile tartışmaya girmeye korkan erkeklere. Etliye sütlüye karışmadan yaşamalarında bana da yer olmalı. Neyim eksik? Belki de fazla. 
+Tanıyorum dedim. İki sene önce gördüm. Üniversitede bir kafede oturuyordu. Yanımdaki arkadaşa gösterdim hatta, 'allah var güzel kız' dedi. 
Sustu, masaya bir beşlik attı ve gitti. Dokunadım paraya. Rüzgarla uçar gider belki. Aldım not defterini elime. 
''27 Mayıs 2014. Bugün, ilk gördüğüm günden daha güzel. Saçları eşit uzunlukta ama önemi yok. Biliyorum. İki kolunda farklı dövme olması bile bir Pilli Bebek konseri için yeterli. Kırmızı bir gömlek giymiş. Paçaları kıvrık bir pantolon. Sağ bileğinde deri kayışlı bir saat var. Sol bileğinde 3 parça demir bileklik. Bandanası var. Krem rengi. Her şey normal. Arkadaşları ile oturuyor. Masaya gelip ne içeceğimi sormak zorunda. İlk söyleyeceğim söz çok önemli. Her şey zorunluluktan ibaret. Her şey bir şey.''
-Hoş geldiniz.
+Merhaba, bir çay alabilir miyim?
-Tabi.

Olaylar üstü üstüne böyle devam etti. 3 Hazirana kadar not aldım sürekli. Ne yaptı, nerede ne dedi, hangi masaya ne bıraktı, her şeyi... Kafe 8de kapanırdı. 6 gibi gelirdim kafeye. Bana 'kapatıyoruz sekizde' demeden de kalkmazdım. 1 Haziran'da takip ettim. Bal evine girdi birisine selam verdi. Pat çıktı tantuniciye girdi. Hemen arkasındaki masaya oturdum. O 13 numarada oturdu. Ben 12. Çay bile içmedim ondan önce çıkmak için. Karşı taraftaki kafenin aralığında bekliyorum. Çıktı. Pat bi tuhafiyeciye girdi. Onun bunun fiyatını sorup, takip ettiğimden emin olmak istedi. Çıkınca etrafına bakındı. Göz göze geldik. 2 Haziranda da not aldım, 3 Haziranda da... 
3 Haziran akşamı. Saat 8 gibi. Şekerlikleri toplarken; kağıtla birlikte şekerliği de uzattım. Kağıt dediğim 4 sayfa. Şiir de var aralarda. Son sayfaya da afili bir not
''Ben koşturdum hep, biraz da sen yarış''
Yarışır mı el kızı? Kafe sahibi Şahin Abiye vermiş kağıtları. Ayın 4'ü oldu. Yani bugün. Gittim kafeye ama utancımdan yerin dibine gireceğim. En kıyı, kuytu, köşeye oturdum. Bekliyorum gelsin, 'ne alırsınız' desin patır patır döküleceğim. Yok gelmiyor bir türlü. Şahin abi çıktı geldi karşıma oturdu. Camel Box yaktı bir tane. Yer miyim hiç blöf? Ben de yaktım bi tane Camel Soft. Soft olduğuna bakmayın, Camel'ın softu, box'ını siker. 
-Şahin ben, tanışıyoruz büyük ihtimalle?
+Evet, Emrah Serbes işimiz vardı bi. Geçen eylülde Fethiye'ye getirecektik. 
-Neden masaya oturduğumu az çok biliyorsun sanırım.
Sustum. Sigaraya bakıyorum. Çok yavaş içiyor. Külü düşecek. 
-Bak ben burada yeni bir esnaf değilim. Burada çalışan her işçinin sorumluluğu bana ait. Canfida ve Özgür'ü tanıyorsun zaten. Onların anneleri de bana telefon açar sürekli. Sen bana nasıl Şahin Abi diyorsan ben de bunların Şahin Babasıyım. 
'Bi sikimin babası değilsin' demek geçiyordu içimden ama...
+Anlıyorum abi. 
-Takip etmeler falan... Bakıyorum serseri bir görüntün de yok. 
+Abi bu işin geçmişi de var.
'Ne diyorsun oğlum?' der gibi baktı suratıma. Yeterdi bu kadar konuştuğu. Söz sırası bende idi artık.
+Abi ben bu kızı 1 haftalık görme ile sevmedim. 2 sene önce, üniversiteye ilk geldiğim zaman da gördüm ben bu kızı. Saçlarının iki tarafı da küt değildi böyle. Bir tarafı küt, diğer tarafı uzundu. Hem kırmızı idi bir tarafı. Yani beni diğerlerinden ayıran bir özellik var. Beni tanıyan 10 kişiye sor 8 tanesi 'tuhaf çocuk' der. Teknolojinin cirit attığı şu dönemde kim benimki gibi bir işe kalkışır. Hadi sayalım şu son 1 hafta içinde çıkmaya başlayanları, hepsi ya facebooktan ayarlamıştır kızı, ya twitterdan. Ben 'tuhaf çocuk' olduğum için çok dayak yedim bu zamana kadar. Şimdi de kusura bakma Şahin abi. Ben bu kızın peşini bırakmam. Yaptığım bir şey yok hem. Sadece yazdım.
-Kızı korkutmuşsun lan. Ne o takipler gece 11e kadar!
Beynimden aşağı kaynar sular döküldü. Kaynar su dökülürken de bembeyaz kesildim. Nasıl olurdu? Nasıl! Ne yaptım! Ulan bir şiir yazdım bir de aynı restoranda yemek yedim diye nasıl korkar bir insan! Ya o masada yaptığı o kadar 'Aylak Adam gibi roman bilmem ben. En güzel romandır' sözleri? 
+Bir şey yapmadım abi? Nasıl korkar?
-Adın neydi?
+Abi bir şey yapmadım ben nasıl korkar ya! Naptım abi ben!
Tüm kafe dönmüş bize bakıyordu. Üstelik en köşede oturmamıza rağmen. 
-Bağırma yoksa polis çağırırım. Kağıtları da gösteririm. Kız dünden razı zaten başından defetmeye. Valla gidersin göt altı.
+Kağıtları almam lazım. Yazı yazmam için ihtiyacım var.
-Yakmış kız. İsteyeceğini bildiği için. 
+Oyun mu oynuyorsunuz lan bana!
Suratımı kapattım masaya. Sigaranın külü yandıkça uzadı. Yaşlı bir tırtıl gibi yattı elimin üstüne. Ağlasam erkekliğe leke sürerim, ağlamasam içimde seller bina boyu...
-Kalk, bizimle merkeze kadar geliyorsun. 
Noluyor lan dememe kalmadı. Apar topar çıkarıyorlar beni kafeden. Bir yumruk sallamak istedim mavi gömlekliye. Baktım elim varmıyor. Çırpınmaya çalıştım, çaresi yok. Tam kafeden çıkacağız, kızın o tiz sesi geldi.
-Durun!
İşte aradığım kadın! İşte benim devrim güzelim. İşte beni anlayan ama korkan bir kadın!
-Şu kağıtları da alın. Bana yazdığı şeyler.Sapıkça hep. İşinize yarar.
+OROSPU!
Öyle delicesine çırpınıyordum ki, öyle sinirlenmiştim ki, o kadar bağırıyordum ki... 
-8'de sınavın vardı, kalk hadi geç kalacaksın.
+Tamam Murat. Sağ ol...

Sevda.

Sevda ne kuşun kanadında ne ayakkabı çekeceğinde. (Ben de biliyorum onun adının kerata olduğunu)
Sevda benim için ne biliyor musun? 90ların ortasında, annem pazar temizliği sırasında Kral FM açardı. Sabah 9da kalkardım temizlik seslerine. Kral FM'de o zamanlar Müslüm, Ahmet Kaya, Zeki Müren falan çalıyor. Taşaklı olduğu zamanlar. Şimdi ki gibi Gökhan GÖT çalmıyordu. Ben çizgi film sesini duyamayıp televizyona yaklaştıkça annemin süpürge ile bacaklarıma vurması idi. Elektrikli süpürge değil. Bildiğin, çalı. Öyle tatlı bir yakması vardı ki o süpürgenin... İşte sevda burada da bir süpürgede karşımıza çıkıyor.

Sevda karşı komşumuz olan Esraların nemli kokan evinde, türkiye haritası üzerinden şehir bulmaca oynamaktı. ('Türkiyeyi neden küçük yazdın lan' derseniz de açıklamam şudur: Türkiye 13 yıldır cehennemin yeryüzündeki görüntüsü.)

Şimdi ne sevda? Şimdi sevda facebookta gördüğü her sözün altında Can Yücel imzasını fark ettiği anda whatsapp durumuna yerleştirmek. Karşı tarafı etkileme çabası. Twitterda afili sözler paylaşmak. Bilinmedik bir şairin (bizim ayıbımızdır bu da) bir şiirini kendisi yazmış gibi göstermektir.

Teşekkür ederim lakin gittikçe sikimsonik bir çevrede, sikimsonik işler ile, sikimsonik sevdalar yaşıyoruz. İçinde olmak istemiyorum. Kağıda şiirler yazıp etrafa saçıyorum. Üstelik kendi yazdığım şiirler. Bir kafede bir kadın garsona tamamlıyorum kendimi, iş çıkışı garsonu takip ediyorum. Keçeli kalemim ile etrafa 'Zagor buradan küfrederek, ağır adımlarla geçti' diyorum. Geçmişte severek günüme kadar getirdiğim şeyleri şimdilerde sevmediğimi fark ediyorum. Son zamanlarda 'salt' kelimesini kullanmayı ağırlaştırıyorum. Sadece gibi bir anlama geliyor ama değiştiği yerler de oluyor. Boş ver anlama bak sen ve anlama. Gider ayak eline de verdim. Hadi eyvallah benden. Şu son 1 hafta içinde çok değişik şeyler olabilir. Bunu okuyanlar da bundan etkilenecek gibi hissediyorsa kendisini,  çok özür dilerim. Ama sizin kalıplarınıza göre şekillenmem. Birayı şişeden içerim. Milyarlık bir restoranda olsak da...

Zagor.